Seha Sarı
'Dolmabahçe'ye Bir Gökbörü Doğdu'
100 x 150 cm, TÜYB, 2022.
Çınar ağaçları çok renkliydi o gün. Havanın fosforlu binbir rengi vardı. Aniden havası değişen bir ilkbahar günüydü, her an fırtına ile sükûnet arasında kalan. Boğaz’ın dalgaları sahili yalıyordu. Kapıda bekleyen askerlerin geçtiğimiz yüzyıllardan kaldığını sanırdım ilk geldiğimde buraya. Hiç hareket etmediklerinden olsa gerek, yapılmış en gerçekçi heykellerdi benim için. Sonradan öğrendim, hareket etmemekmiş onların görevi. Hareketsizlik de hareket etmek gibi yorucu ve zahmetli.
Büyük bir kapıdan girdim. Yürüdükçe gözlerim bir yere dalmış gibi, öyle bir hisle bakakaldı her yere. Duvarlardaki Fransız stili işlemeler, yaldızlar, vazolar, kitaplar, koltuklar, elbise dolapları, hamamlar, avizeler, pencereler ve daha neler neler…Allah’ım! Bakıp düşünecek, bakıp hislenecek ne kadar çok şey vardı burda! Fosforlu atmosfer ışığı perdelerin güzelim renklerini bozuyordu. Keşke hava çok güneşli olsaydı…
Başka bir zaman yine geldim, bu kez hava daha da fena yağmurlu bir sonbahar günüydü. Güneşliymiş gibi hayâl ettim öyle baktım her yere. Burası dâima tek bir millete ait olmuş ama iki farklı devlet görmüş Dolmabahçe Sarayı idi. Osmanlı Sultânı Abdülmecit Avrupai tarzda bir saray yapılmasını istemiş ve 1853 yılında Dolmabahçe sarayı ufak tefek eksikleri bir kenara, tamamlanmıştı. Avrupai etkilerin sentezlendiği bu yapının mimarları Ermeni Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan’dı. Abdülmecid’in sadece 5 sene kadar ikamet edebildiği bu muhteşem yer daha sonra Sultan Abdülhamid tarafından sadece tören ve kabûl salonu olarak kullanılmış. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilânından sonra Mustafa Kemâl bu sarayda ikâmet etmiş.
Doğup büyüdüğüm toprakların târihi çok eski. Çok savaş görmüş bu topraklar, çok medeniyet görmüş; çok lider geçmiş bu topraklardan, çok âlim ve bir o kadar da zâlim… Zaferler ve yenilgiler. 600 yıllık Osmanlı Devleti tüm gücünü kaybetmişken, Türk milleti esâretle burun burunayken bir subay yüzyıllar sonra yine Türk mitolojisinden çıkmışçasına Türk ulusunun Gökbörü’sü oldu. Mustafa Kemâl. Atatürk denmesinden hoşlanmazmış pek. Biz yine de Atatürk diyoruz kendisine.
“Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık hâline getirmiş milletler; evvelâ haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikbâllerini kaybetmeye mahkûmdurlar.” diye düşünen Ulu Türk 4 Ocak 1879’da Selanik’te doğmuş.
Bir gökbörü yalnızca onun arkasında yürünerek tâkip edilebilir mi? Cevâbın ‘hayır’ olduğunu geçtiğimiz onca asırda öğrenmiş olmalıydık… Bozkurt bir koyun sürüsüne yol gösterirse savaş meydanındaki diğer yırtıcılar o koyunları hemen yok etmez mi? O sebeple sadece peşine takılmak yetmez. Stratejiyi anlamak, ona uyum sağlamak, onu uygulayacak kudrete, kuvvete, zekâya ve beceriye sahip olmak bir gökbörüyü tâkip etmenin inceliklerinden sayılıyor olmalı. Ki böyle düşündüğüm bir noktada hemen Mustafa Kemâl’in bir sözü giriyor koluma: “Efendiler, bilirsiniz ki hayât demek, mücâdele ve çarpışma demektir. Hayâtta başarı, mutlaka mücâdelede başarıyla mümkündür. Bu da, mânevi ve maddi kuvvete, güce dayanır bir durumdur.” Tam da bundan bahsetmiyor muydum sâhi?
Serinin ilk resmine konu olan Fâtih Sultân Mehmed’in İstanbul’u fethetmesi ve bir devleti imparatorluk yapması nasıl o dönemin en belirgin zaferiyse, serinin ilk etaptaki son resmine konu olan Mustafa Kemâl’in de zaferi Osmanlı’nın hükmettiği topraklarda zayıf düşen ve ele geçirilmek üzere olan son topraklarını 3 farklı cephede milleti ile birlikte savaşarak kurtarması ve bir ulusa yeniden bir devlet bahşetmesidir.
Bir ulus olarak varlığımızı sürdürebildiğimizden dolayı bile pek müteşekkirken biz, her birimiz farklı sebeplerden de ona yeniden minnettârız. “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” diyebildiği için, bir kadın olarak ben, 5 Aralık 1934’ten beri seçme ve seçilme hakkına sâhip olabildiğim için, varlığımın vurgusunu bedensellikten âzâd ettiği için… Kimselerin söylemeye ve yapmaya cesâret edemeyeceği şeyleri düşünüp yaptığı için. Bir kadın olarak çok müteşekkirim.
Bir sanatçı olarak ve yıldız haritasında Merkür’ü yücelen bir kimse olarak yine; “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itirâf etmeli ki, o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” demiş olduğu için minnettârım. Günümüzde bile pek de ihmâl edilen bir şeye o kargaşanın arasında, “Sanatçı, esaslı kültür sâhibi olmalı ve târihi iyi bilmelidir.” diyerek dikkat çekebildiği için. Bu ülke savaşlarlardan bitap düşmüşken yine de öğrencileri eğitim için yurt dışına gönderdiği, bu ülkeye bilim insanı ve sanatçı yetiştirdiği için.
Sadi Irmak bir Türk bilim insânıydı. Aynı zamanda Türk politikacısıydı. Başbakanlık bile yapmıştı. İstanbul Üniversitesi’nin panosunda bir ilân görmüş, ilânda Avrupa’ya öğrenci gönderileceği yazıyormuş. Başvurmuş ve gidecekler arasında kendine bir yer bulmuş. Atatürk bizzât yazmış onun isminin yanına “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye. Olayın devâmını kendisi şöyle anlatmış:
“Vakit geldiğinde Sirkeci Garı’ndaydım; ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı? Tam gitmemeye karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta dağıtıcısı ismimi çağırdı. “Mahmut Sadi! Mahmut Sadi! Bir telgrafın var.” “Benim” dedim. Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu. “Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz. İmza-Mustafa Kemâl”
Okuyunca düşündüklerimden olağanüstü utandım. “Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme.” dedim.”
Bunu anlatma sebebim gâyet açık. Sizlere Mustafa Kemâl’den bahsediyorum. Tıpkı öncekiler gibi. Bilime ve sanata verdiği önemden bahsetmişken Albert Einstein’a da gelmesin mi söz? Nazi zulmünden kaçan bilim insânlarını göçmen olarak alması için Mustafa Kemâl’e yazdığı mektuptan bahsediyorum:
“OZE Dünya Birliği’nin Şeref Başkanı olarak Almanya’dan 40 profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devâm etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından yalvarıyorum.
Sözü edilen kişiler Almanya’da yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icrâ edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmî liyâkat sâhibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devâm etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sâhibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu bilimciler, bir yıl müddetle, hükümetinizin tâlimâtları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler.
Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabûl etmesi hâlinde sadece yüksek seviyede bir insâni faaliyette bulunmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifâde etme cüretini buluyorum.
Ekselanslarının sâdık hizmetkârı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein”
Bir geometri kitabı yazmış, matematiğe meraklı, dans olarak valsi; resim-heykel, şiir ve edebiyat seven; atları, kuşları ve köpekleri çok seven; ata binmekten, yüzmekten ve bilardo oynamaktan keyif alan, takım elbiselerini kendisi tasarlayan da biriydi.
Katıldığı çok sayıda savaşla, yaptığı çok sayıda reform ile; “Târih inkâr edilemez şekilde kanıtlamıştır ki büyük işlerde başarı için yetenekli bir önder gereklidir.” sözünü kendisi bizzât kanıtlamamış mı?
“Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi .O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: ” Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim.”dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu.
Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı. Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler…” sadece küçük bir bölümüdür Oğuz Kağan Destanı’nın.
Gök mavi, börü kurttu. Türk mitolojisinde yüzyılda bir geldiğine inanılırdı. Anadolu topraklarının üstüne çöken bir gece vakti en karanlık anda ortaya çıkan bu yüzyılın hatta son birkaç yüzyılın Gökbörü’sü Mustafa Kemâl’den başkası değildi.
Bana düşen bu Bozkurt’a; mitolojideki yelelerin rengini gökten değil, belki de deniz gözlerinden vermekti.
3 sene süren bu resimlerin ardından artık ben de dinlenmeye çekiliyorum. Bir müddet dinlendikten sonra ışık farklı medeniyetleri rûhunu aydınlatacak, Güneş ve Ay başka topraklarda bir doğacak, bir batacak…Bir Aslan’ın ihtişâmı, bir Terazi’nin zarâfeti ve bir Başak’ın titizliği ile hâlâ altına imza atacağım çok eser var. Tabii bir Akrep gibi gölgelerde büyüyecekler tıpkı bunlar gibi. Astroloji mi?
Keşfedeli çok olmadı. Adeta büyülendim. Seha
11/12/2022 07:51
'A Gokboru Has Born To Dolmabahce'
100 x 150 cm, oilpainting on canvas, 2022.
Plane trees were so colorful that day. The air have had many phosphorous colors. It was a spring day that the weather changes so quick, indecisive about the storm and calmness each moment. The waves of the Bosphorus were licking the shore. I was thinking the same soldiers were here since the centuries in front of the door when I’ve come here first time. Probably it was because of they were not ever moving, they were the most realistic sculptures to me. I’ve learned later that their job was not move any. Immobility is also like mobility too, it’s tiring and laborious.
I came sometime later again. It was falls and the weather was worse either, it was rainy. I’ve stared everywhere like it was sunny. This place was Dolmabahce Palace where had been belonged to a nation but had seen two different states. The Ottoman Sultan Abdulmecid had asked built a palace in European style and Dolmabahce palace had been completed in 1853 besides of some tiny unfinished things.The architectures of this palace have been built in European style were Armanian Garabet Amira Balyan and his son Nigogos Balyan. This magnificent palace had been used for ceremonies and receptions by Sultan Abdulhamid later on where the Abdulmecid could have lived just 5 years. Mustafa Kemal had been lived here after announcing of new Turkish Republic State on 23rd of October in 1923.
The history of the lands where I’ve born is so old. These lands had seen many wars, seen many civilizations; so many leaders had passed away from these lands, so many scholars, so many cruel too… Victories and defeats. An officer had been the ‘Gokboru’ of the Turks just when the 600 years old Ottoman Empire has been lost all power, when the Turks were face to face with the captivity. Mustafa Kemal. He hadn’t like we call him as ‘Ataturk’. Although we still call him ‘Ataturk’.
The grand Turk who thinks as “The nations that get used to live comfortably the ways of living without giving effort, getting tired are doomed to lose their honors, then their freedoms and then their futures.” had has born on 4th of January 1879 in Thessaloniki.
A Gokboru can be followed by just walked behind it? We should have had learned the answer is ‘no’ in many centuries we went through. If a gray wolf leads a sheep herd, wouldn’t the other wild ones destroy those sheeps so fast in battlefield? That’s the reason of just following is not enough. Understanding the strategy, adapting it, having the power, intelligence and ability must be counted the hints of the following a Gokboru. Mustafa Kemal’s words are linked my arm while thinking all these: “You know that life means a combat. Being successful in life is only possible with being successful in the combat. And that is related to mentally and physically strength.” Really, weren't I talking about that now?
If how the most markable victory was the Sultan Mehmed the Conqueror of the conquest the Istanbul and converting a state to empire in the first painting of the series; the most markable victory of the Mustafa Kemal was fighting together with his people at three different front lines to save the last lands of ruled by Ottoman Empire that weakened and almost overtaken and endowing a state to a nation again too.
Even while we are thankful to remain our existence as a nation, each of us are grateful again him for different reasons. As a woman i am grateful because of he could have said “All the things you see in the world is the creation of the woman.”. I am grateful for having the rights to voting and been voted since 5th of November 1934, setting my body free, letting me to exist as myself. For the things he has able done the things that no one can talk about or have a courage to do. I am so grateful as a woman.
I am grateful for he had said; “A nation that does not paint, a nation that does not make statues, a nation that does not do things that require technique must admit that the nation does not have place on the road to progress.” as an artist and someone who’s Mercury is exalting in the natal chart. And I am grateful him for taking attention to something that neglected even today by saying “An artist must know the culture and must know the history well.” in that chaos. I am grateful because he could send off the students abroad for the education, for educating scientists and artists to this country when this country was exhausted by wars.
Sadi Irmak was a Turkish scientist. Also he was a Turkish politician at the same time. He has had been prime minister even. He had seen an announcement on the clipboard of Istanbul University that was announcing that the students are going to send off to Europe. He had applied and had found a place for himself in the ones who are going to sent off. Ataturk had written next to his name “Send off him to Berlin University” especially by himself. And Sadi Irmak had told the rest of this story by himself:
“I was at Sirkeci Station when the time has come; but I was confused about going or staying. Would they forget me there? Would they send money?
A postman called my name when I have just decided not to go and was going back. “Mahmut Sadi! Mahmut Sadi! You have a telegraph.” I said “It’s me”. I’ve opened the telegraph, exactly these things were written down there. “I am sending off you as spark, you should come back as flames. Sign- Mustafa Kemal”
I’ve shamed of my thoughts when I’ve read it. I said “Go, work, give your life for this country”.
It’s very clear the reason of I tell that. I am talking about Mustafa Kemal. As just like the previous ones. Shouldn’t I mention Albert Einstein also while talking about how important were science and art for Mustafa Kemal. I am talking about the letter written by Albert Einstein to Mustafa Kemal for the acceptance as immigrants of the scientists who run away from the Nazi cruelty:
“Your Excellency
As Honorary President of the World Union “OZE”. I beg to apply to Your Excellency to allow 40 professors and doctors from Germany to continue their scientific and medical work in Turkey. The above mentioned cannot practice further in Germany on account of the laws governing there now. The majority of these men possess vast experience, knowledge and scientific merits and could prove very useful when settling in a new country.
Out of a great number of applicants our Union has chosen 40 experienced specialists and prominent scholars, and herewith applying to Your Excellency to permit these men to settle and practice in your country.
In supporting this application, I take the liberty to express my hope, that in granting this request your Government will not only perform an act of high humanity, but will also bring profit to your own country.
I have the honour to be,
Your Excellency’s obedient servant
Prof. Albert Einstein.”
He was someone who had written a geometry book, was curious about the math, liked valse as dance; someone who liked poetry and literature, loved the horses, birds and dogs very much, enjoyed riding, swimming and playing billiard, designed own suits.
Hadn’t he proofed his words by himself, “The history had been proofed that a capable leader needed for succeeding the great things not ignorable way.” with the many wars he joined and with the reforms that he has done?
‘A light in like a sunshine when the twilight lightened into Oguz Khan’s tent. A sky furred, with sky mane grand male gray wolf came out from that light. Gray wolf said: “Hey Oguz, you want to walk on to Urum; Hey Oguz I am going to walk forward you.” Oguz has asked been to removed his tent upon this and he followed the gray wolf with his army. Sky furred, with sky mane grand male wolf stopped at hillside of the Black mountain close to Muren sea.
There was a Great War between Urum Khan’s army and Oguz Khan’s army. Oguz Khan won the war, took over the Urum Khan and his people. Oguz Khan and his army came to Itil River by following the sky furred and with sky mane wolf…’ is just a small part of the Oguz Khan’s Epic.
‘Gok’ was blue, ‘boru’ was wolf. It has been believed it comes once in a century in Turk mythology. The Gokboru of this century and even last few centuries wasn’t someone else than Mustafa Kemal, appeared when the darkness fell at nighttime on Anatolia in the darkest moment.
The only thing that I had to do was giving the color of the manes in mythology, not from the sky to this ‘Gray Wolf’, maybe giving from his ‘sea’ eyes.
I am going to get some rest after working on these paintings continued for three years. The light is going to light the souls of the different civilizations, Sun and Moon is going to rise and fall again after getting some rest for a while. There are many artworks that I am going to sign with a Leo’s magnificence, a Libra’s elegance and a Virgo’s thoroughness. They are going to grow up in the shadows like a Scorpio as these ones.
Astrology? It has not been so long that I’ve discovered. I’ve almost charmed. Seha 11/12/2022 07:51