top of page
FSM detay Small.jpg
FSM detay Small.jpg
FSM Color Edited Small.jpg

    ‘Çinili Köşk'te Bir Sabah’

     100 x 150 cm TÜYB, 2020

     İçeri girdim. Kubbelerinden içeriye bir yelpaze gibi açılarak süzülen  hüzmeler arasından yürüdüm. Her yer mermerdi benim için, her yer çini. Mermerlerinin üzerindeki aşınmışlıklar, içinden  geçtiği asırları hatırlatırken, çinileri; onları isteyeni, onları işleyen ve nakşedenleri fısıldadı bana. Bir sanatçı olarak iyi bilirim bir yaratım sürecinde hangi cennet bahçelerinde gezildiğini, hangi Gayya kuyularının içine düşüldüğünü… O çiniler, o mermerler, taşlar, duvarlar, pencereler,  ışıklar… Her biri burda kaç mutlu güne tanıklık etmişlerdi? Kaç acı güne? Kimlerin kanıyla yıkanıp mermerleri, kimlerin aşkıyla tomurcuklanmıştı dalları? Kaç sohbete şâhitlik etmişlerdi, kaç meclise ev sâhipliği yapmışlardı? Bu bir su gibi akan, akıp da aktığı kabı dolduran bir histi. Ve pek tabii dolduğu kabın şeklini de alan…

     Burası 1472 yılında Fâtih Sultân Mehmed’in yazlık saray olarak yaptırdığı bir köşk. Asya ve Selçuklu  mimari geleneklerine uygun tasarlanmış ve inşa edilmiş olan bu muazzam yere ‘Sırça Köşk’ de denmiş, ‘Sırça Saray’ da. Biz bugün ‘Çinili Köşk’ diyoruz. Adını, içini süsleyen çinilerden ve sırçalardan alıyor. Sultan Mehmed istemiş bu çinileri. Nasıl istemişti acaba? Bana bir cennet bahçesi bezeyin mi demişti ne demişti?

     Bir odaya girdim ve girdiğim o oda içime nakşoldu. Bu eserde arkada gördüğünüz çinilerdi o odada içime nakşolan şey. Firûze ve safir taşlarıyla bezeli bir altın yatağı gibi; gecenin gökyüzüne nakşedilmiş ay ve yıldızlar gibi derin, öyle parlak. Hayran hayran izledim her ışıltısını, her yarasını ve kusurunu…

     Bu yeri ilk gördüğümde, çok küçüktüm. Sonra bi daha gördüm. Ve sonra bir daha… En son gördüğümde bir sanat öğrencisiydim… Yine hayran hayran izledikten sonra her detayı ve bu çinileri, bir gün bir şey yapmalıyım dedim kendi kendime: Bu çiniler bir kez daha ölümsüzleşmeli!

     O kadarına karar vermiştim sadece. Nerede, ne zaman ve nasıl yapacağıma hemen karar vermek tabiatım değildir. Bazı fikirler hemen yerini bulur. “Bunu böyle yapacağım.” der ve yaparım. Ama bazı fikirler vardır; fikir bir kez belirdi mi, zamanla olgunlaşıp en güzel ve en doğru formun içine yerleşiverir. Onu yerleştiren de elbette yine benden başkası değil.

     Uzun süren bir sanat bunalımının ve kimlik arayışının ardından bir karâra vardım. Artık başkalarının sözlerini ve başkalarının gözlerindekini nakletmeyi bir kenara bırakacaktım. Hayât beni bir kez daha Ferîdüddin Attâr’ın sözlerinin kıyısına vurdu ve dedi ki:

     “Ne söylediysen, ne duyduysan, ne bildiysen, 

     ne gördüysen hepsi de 

     Masalın başlangıcından başka bir şey değil!

     Mahvol, mahvol… Yerin bu yıkık yer değil mi senin!

     Asıl gerek, hiçbir şeye aldırış etmeyen tertemiz asıl gerek. Feri olmuş, olmamış;

     ne zararı var.

     Madem ki hakiki güneş  zeval bulmuyor; 

     Söyle: Ne zerre kalsın, ne gölge.”

     Rûhunuz işitiyorsa duyacaksınız her bir kelimeyi. İçinize işleyecek zaten. Mahvoldum. Defalarca. Yerim bu yıkık yerdi ama yine de ben Güneş’tim. Ferim kalmasa da hâlâ bir Güneş’tim. O geceye bir sabah gerek, o gökyüzüne bir de Güneş gerek dedim, arkaya o çinileri yerleştirdim. Önüne bir kurt. Bu muazzam çinilerin önünde ancak bir kurt durabilirdi.  Bu kurt, Türk dünyâsının kurdu  Fâtih Sultan Mehmed’in temsili olabilirdi  ancak. 

     Kurt, Türk mitolojisinde rehberdir. Önderlik eden, liderlik edendir. Kurtarıcıdır. Uluduğunda kıyâmet ve ölüm getirendir. Kurtların vatanları yoktur. Gruplarıyla birlikte her yerde var olabilir. Tıpkı göçebe zamanlarındaki Türkler gibi.

     “men sinlerge boldum kagan

     alalınğ ya takı kalkan

     tunga bizge bolsun buyan

     kök börü bolsungıl uran”

sâdece bir bölümüdür Oğuz Kağan Destanı’nın. Yâni; 

     "Ben sizlere kağan oldum

     Alalım yay ile kalkan

     Nişan olsun bize buyan (talih, mutluluk) 

     Bozkurt olsun bize uran (aynı bayrak altında toplanıp savaşmak için ortak parola)."

     Türk târihinin destanlarında bozkurt çeşitli amaçlarla hep belirir. Türk târihi yalnızca Osmanlı târihi değildir. Türk târihi yalnızca Selçuklu târihi de değildir. Türk’ün târihi çok eskilerden gelir. 

     Ezcümle bozkurt, Türk’ün ulusal simgesidir. Dişi kurdu, erkek kurdu, her biri destanlarda kendine yer bulur. Ve hiç şüphesiz ki Fâtih Sultân Mehmed Türk dünysının bozkurtlarından yalnızca birisidir. 

     1432’de doğan bu şehzâde, ilk kez 1444 ve 1446 yılları arasında tahta çıkmış ve 1451 yılına kadar tahta tekrar babası Sultân Murad geçmişti. 1451 yılında tahta bir daha ve temelli geri dönen Sultân Mehmed’in en büyük arzusu İstanbul’u fethetmekti.  Prof. Dr. Halil İnalcık tarafından yazılan, ‘İki Karanın Sultânı, İki Denizin Hakanı, Kayser-i Rûm Fâtih Sultân Mehmed Hân’ eserinde bu genç sultânın devlet adamlarını İstanbul kuşatmasına ikna edebilmek için ne diller döktüğü detaylarıyla anlatılmıştır. 

     “…Ülkemizi bu şehri alarak elimizde tutabiliriz. Ya da kaybedeceğiz, bunu yapmazsak kesinlikle güvende olmayız, sürekli savaş içinde kalırız, kaynaklarımız boşuna gider. Evet, savaş belirsiz sonuçlar getirebilir, şehri savunamazlarsa daha güçlü birilerine (Venedik’e) devredebilirler, böylece durum bizim için daha kötü olabilir. Karada ve denizde bu derece elverişli olan bu şehir o zaman bize karşın üstün duruma gelir. Allah bunu akıllarına getirmesin. Gecikmemeliyiz…” şeklinde uzayıp giden bir konuşmada karşı tarafı ikna etmek için çabalamıştı. Bir kısmın desteğini alan, bir kısmın da itirazına mârûz kalan genç sultân onlara; “Allah isterse surlar erir. Yüce Allah’ın bir zavallı kulu yürekten bir niyet ile bir şeyi murâd etse, onu mahrum ve mutsuz bırakmaz.” diyerek nihâyetinde herkesi azmi ve ısrarı ile etrafında toplamıştı. 

     1453’te İstanbul’u fetheden Fâtih Sultân Mehmed, “Konstantiniyye’yi kendi kılıcımla aldım. Kimseden himmet ya da inâyet olmamıştır.” diyerek fetih için tüm aklını, kalbini ve kuvvetini ortaya koyduğunu dosta düşmana ilân etmişti. 

     Peki, tamam ama kimdi bu Fâtih Sultân Mehmed? Nasıl bir kimseydi? Nasıl düşünür, neyle beslenir, ne severdi? Bu konuda bilgi alabildiğimiz çeşitli kaynaklar arşivlerde mevcûd. Yine Sayın Prof. Dr. Halil İnalcık Bey’in eserindeki bilgilerden anlatmaya devam ediyorum. Rûmlar, Bizans’lı tarihçiler, devlet adamları, hümanistler, tüccârlar, sanatçılar, askerler. Çeşitli kimseler tarafından gözlenmiş ve yazıya dökülmüştü elbette Fâtih. Sultân Mehmed ile ilgili İtalyan ve Rûm kaynaklarından bazı notları paylaşarak bu Bozkurt’u sadece bir Fâtih olması dışında ona hangi sebeplerle çekilmiş olduğumu da ifâde etmiş olmayı umuyorum.

     Rûmca kaynaklardan Yorgos Sfrancis, fethin göz tanığı olarak şunları ifâde etmiş:

     “Büyük İskender, Augustus, Konstantin ve Theodosious gibi hükümdarların yaşamlarını inceler; onları geçmek, daha geniş bir ülke yapmak için her türlü vâsıtayı arar, sürekli incelemeler yapar…” 

     Yorgos Sfrancis ifâdelerinin bâzı kısımlarında Fâtih’in bilim hazırlığının mükemmelliğinden, Türkçe, Farsça, Arapça, Rûmca ve Latince olmak üzere beş dili mükemmel konuşabildiğinden ve anlayabildiğinden söz etmiş.  Kendi Dîvân şiiri için Farsça’yı bildiğini, dindarlığından mütevellit Arapça öğrendiğini; fethettiği ülkelerin idaresi ve haberleşmesi için Latince ve Rûmca’yı öğrendiğini ifâde etmişken aslında Fâtih’in birinci elden bilmek ve ifade etmek ile ilgili bir tutkusunun varlığından biz neden bahsedemeyelim ki? 

     Yorgos Sfrancis, Fâtih’in sarayda Rûmca ve Latince eserlerin de bulunduğu bir kütüphane kurduğunu; imparatorluğun Yahudi ve Hristiyan halklarını temsil eden din temsilcilerini resmen devletin birer görevlisi olarak atamış olduğunu; Patrik II. Gennadious’tan Hristiyanlık hakkında bir risâle yazmasını istemiş olduğunu da aktarmış.

     Sultan Mehmed’in yakın adamı olan Kritovoulos’un Scholarios’un Patrik olarak atanmasına dâir bölümde şunları ifade etmiş:

     “Fâtih çok derin görüşlü bir insân olan rahip Gennadious’u çağırdı. Daha önce bu zâtın derin görüşlü tedbir ve fazîlet sâhibi bir kimse olduğu hakkında genel haberleri işitmişti. Bu sebeple fetihten hemen sonrası onu arattı, zîrâ onu görmek ve derin ve etraflı konuşmalarını bizzât dinlemek istiyordu. Kendisini Edirne’ye yakın bir köyde bulup getirdiler. Sultan kendisini gördüğü zaman ileri görüşlü ve fazîlet sâhibi, aynı zamanda iyi konuşan bir din adamı olduğunu gözlemledi. Kendisinden çok etkilendi ve büyük saygı gösterdi. Her zaman kapısının açık olduğunu söyleyerek kendisini şereflendirdi. Zamanla kendisiyle konuşmalar yaptı ve değerli hediyeler verdi. Nihâyet onu, Hristiyanların başrahibi olarak Patrik yaptı. Birçok haklar ve ayrıcalıklar vererek Ortodoks kilisesinin idâresini, her türlü yetki ile donattı. Patriğin otoritesi kayserler zamanınkinden daha az değildi. Hristiyanlık bahsinde kendisine serbestçe her türlü konuşmaları korkusuz ifade etmesine müsâade etti. Bundan başka sultan tanrının lütfuyla Rûmlara kiliselerini ve bununla beraber vakıflarının büyük bir kısmını geri verdi.”

     Kritovoulos, Fâtih Sultân Mehmed’in felsefeye yakın ilgisinden, âlimlerle sohbet etmekten aldığı keyiften söz etmiş. Onun, Stoacıları ve Aristocuları tercih ettiğini belirtmiş, Neoplatonizm ile yakinen ilgilendiğini ileri sürmüş. Çünkü Neoplatonizm, İslâm tasavvufunun kaynaklarından biri olarak görülür.

     Coğrafya ile de ilgilenen, haritalar çizen ve çizdiren Sultân Mehmed hakkında bilgi edindiğimiz bir diğer önemli kaynak ise Venedikli ressam Gentile Bellini’dir.

     Payitahta, nâm-ı diğer Konstantiniyye’ye yetenekli sanatçılar ve yazarlar getirten Fâtih, portresini resmedecek yetenekli bir ressam da getirtilmesini istemiş ve bunun üzerine saraya Bellini gelmişti. Bir dervişin resmini yapmaya kalkan Bellini’ye Fâtih, bu dervişin neye benzediğini sorduğunda, Bellini, “Müsâadenizle şunu söyleyeyim ki bu adam bir mecnûndur.” diye yanıtlamış. Fâtih, “Çok doğru. Aklını kaçırdığı gözlerinden belli oluyor.” demiş. 

     O dönem, ortadan kaldırmak üzere İstanbul’a sevk ettirdiği kalenderi dervişi Otman Baba ve müritleri için Fâtih’e “Siz, Büyük İskender’in bile başaramadığı önemli fetihler yaptınız. Bu dervişin hakkınızda övgülerde bulunmasını kabûl etmiyorsunuz. Bu beni hayrete düşürüyor.” dediğinde, Fâtih, “Bu adamın aklı başında olsaydı, kendisi tarafından övülmeyi isterdim. Fakat bir mecnûnun hakkımda övgülerde bulunmasını asla arzu etmem.” cevâbını vermiş.

     Bizans sarayına mensup bir heykeltraş olan Francesco’nun Fâtih hakkındaki gözlemi ise  şöyledir:

     “Sultân Mehmed gayet çalışkan. Her işte ateş gibi. Değerli insanları takdîr eder..”

     Fâtih’te , inancın ve aklın muazzam birlikteliğini ve sadeliğin dehâsını buldum. Hamel burcunda doğmuş bu lider, burcu gibi öncü, burcu gibi cevval. Bakış açıları, kararlılığı, entellektüelliği ile bir devleti imparatorluk yapmış, bir devletin bulutlu sabahına güneş olup doğmuş. Böylesine birine Türkler Bozkurt derdi. 

     Londra’dan İstanbul’a gelmiştim. Bu resmi çalışmaya başlayalı henüz birkaç ay olmuştu. Bir günümü Topkapı sarayını gezmeye ayırmış, gezinin sonunda padişah portrelerinin sergilendiği salona girmiştim. Salonda Fâtih’in portresini bir süre izleyip kısa bir süre sonra hayıflanarak salonu terk etmiştim. Hayıflanmakta son derece haklıyım. Sahî neden Konstantiniyye’de Topkapı Sarayı’nda sahte bir Fâtih resmine bakmak zorundaydım ki? Büyük utanç! 

     Akşam günümün nasıl geçtiğini soran abime, “Topkapı’ya gittim. Ne saçma! Koskoca Fâtih’in portresi İstanbul’da değil. Sahte bir Fâtih’e bakıp geldim. Yok mu o resmi ait olduğu topraklara geri getirecek bir yiğit?!”

     Londra’ya geri dönmüştüm. Bir iki ay sonra bir haber, “Bellini’nin resmettiği Fâtih Sultân Mehmed tablosu artık İstanbul’da… …..satın alındı…”  Görebildiğim kelimeler ile nâçizâne aktardım aldığım haberi. Üzerinde çalıştığım resmi bilen, konuyu bilenlerle konuştuk, şaşırdık. Tevâfuk diyip gülüştük. En derin teşekkürlerimle, o yiğit Sayın Ekrem İmamoğlu oldu. 

     Fâtih’in portresini hayâl ederken sahip olduğu azameti ve zarâfeti, yırtıcılığını ve yalınlığını tüm detaylarına işledim. Şimdi Güneş burç değiştirebilir ve ışık artık başka bir toprakta tekrar süzülebilir. Pek tabii kendi karanlığı ve aydınlığıyla bir arada.

     Aralık 2019’da Londra’da başladığım eseri, 2020’nin Kasım’ında İstanbul’da tamamlayabildim. Artık ışık Çinili Köşk’ün o güzelim çinileriyle dans ediyor. Sabaha parlak bir güneş doğuyor.                                                                                                         Seha
                                              04.12.2022 21:21

                                             03/12/2022 17:42

 ‘A Morning In The Tiled Pavilion

     100 x 150 cm oilpainting on canvas, 2020.

     I’ve gotten in. I’ve walked in the sun lights that open like a fan. Everywhere was marble to me, everywhere was tile. The worns on the marbles were reminding me the centuries that it went through, and the tiles whispered to me the  one who wanted it, the ones who embroidered them. I know well how feels to walked in the gardens of heaven, how feels to fallen into deepest floor of hell… Those tiles, those marbles, stones, walls, windows, lights… How many happy days had they seen here each? How many gloomy days? Who's blood had watered these marbles?Who’s love had budded the branches of here? How many chats they had witnessed? How many divans they had witnessed?  That feeling was like a dropping water, drops in and fulls the pot. And it was a feeling like the water had been getting the shape of the pot for sure.

     This place is a summery pavilion have been made built by Sultan Mehmed the Conqueror in 1472. This gorgeous place designed and built in Asia and Seljuks architecture style called ‘Glassed Pavilion’, ‘Glassy Pavilion’ too. We call here as ‘The Tiled Pavilion’ today. The name comes from the tiles and glazes that decorate inside. Sultan Mehmed the Conqueror has wanted made these tiles. I wonder how he had wanted them? Had he said adorn me a garden of heaven? What he had said?

     I got in a room and that room has embroidered into me. The thing that  embroidered into me were the tiles that you see in this artwork in the background. Like a gold mine bedecked with turquoises and sapphires; had been embroidered to the night's sky deep and bright like the moon and stars. I’ve admired all gloss, imperfection and wound of them…

     I was little when I’ve seen this place first time. Then I’ve seen again. And then again… I was an art student when I’ve seen here last time. I said I have to do something someday after admiring all details and these tiles again: These tiles have to be immortal one more time!

     I had decided just that. Deciding straight away where, when and how i am going to do is not my nature. Some ideas find their places so quick. I say “I am going to do that  way.” and I do. But there are also some ideas; once the idea appears, it matures by the time and fits into the most beautiful and right form. The one who makes fit into it not someone else, it’s me.

     I’ve made a decision after an artist depression and looking for an identity long time. I was going to put conveying the others words and visions aside. Life brought me to the Feriduttin Attar’s words and said: 

     “Whatever you’ve said, whatever you’ve heard, whatever you’ve known 

     Whatever you’ve seen

     All are not something else than beginning of  the fairytale.

     Get ruined… Aren’t your place is this ruined place!

     Needs essence, needs essence that doesn’t pay attention to 

     anything else. If there’s the light or not;

     No harm! 

     Since the real sun doesn’t get harmed,

     Tell then:

     Neither particle nor shadow remain.”

     You will hear each words if your soul hear. It's already gonna embroider inside you. I’ve been ruined. My place was this ruined place but still I was the Sun! I was Sun even if I had no light. I said that night needs a morning, that sky needs a Sun and then I’ve placed those tiles to the background. And a gray wolf to the front. Only a gray wolf  could have stood front of those magnificent tiles. This gray wolf could have been the representation of  Sultan Mehmed the Conqueror only.

     The gray wolf is a guide in Turkish mythology. The one that leads. The one who saves. Brings apocalypse and death when it howls. There’s no land of the gray wolves. They can exist anywhere with their herds. As just like the Turks when they were nomads once upon times.

     “men sinlerge boldum kagan

     alalınğ ya takı kalkan

     tunga bizge bolsun buyan

     kök börü bolsungıl uran”     

It’s just a part of Oguz Kagan Epic. It means;

     "I’ve been khan to you

     Let’s grab bow and shield

     May happiness would be a sign to us

     May the gray wolf would be the password to us."

     The gray wolf always appears for some reasons in historical Turkish epics. The history of the Turks is not just the history of the Ottomans. The history of Turks is not just the Seljuks history. The history of Turks comes so old.  

     Long story short, the gray wolf is the national symbol of Turks. Female gray wolf, male gray wolf all of them find a place for theirselves in epics. And no doubt Sultan Mehmed the Conqueror is only one of the gray wolf in Turkish history.

     The prince who has born in 1432, had been acceded to the throne first time between 1444-1446 then his father had been acceded to the throne until 1451. Sultan Mehmed’s who had acceded to the throne again and totally, biggest desire was conquest of Istanbul. How the young Sultan has speech to convincing the statesmen for conquest of Istanbul had been told very detailed in the ‘Sultan Mehmed the Conqueror; The Sultan of Two Lands, The Sultan of Two Seas, Caesar of the Roman Empire’ written by Prof. Halil Inalcik.

     He had tried to convincing them in his speeches by saying “We can keep our state by taking this city. Or we will lose, we won’t be in safe if we don’t conquer it, we would be in war nonstop, we could waste our sources. Yes! The war could have uncertain consequences, they can hand over the city to someone who’s more powerful (Venice), this could be worse for us. This city where have the advantages in the land and sea could be over us. May God not make them think of it. We shouldn’t be late…”. He has gotten some supporters but still he had not them all.  Finally he had convinced them all with his insistence and determination by saying; “May the walls would fall down if the God wants. May God wouldn't deprived and make unhappy if the God’s poor servant wishes something from heart.”

     Sultan Mehmed the Conqueror who conquered Istanbul in 1453 had been declared to allies and enemies that he had put his all mind, heart and power for the conquest by saying; “I took the Constantinople by my own sword. Has not been graced by anyone.”

     Good. Alright but who was this Sultan Mehmed the Conqueror? What kind of person was? How he had thought, what he had fed with, what he had liked? There are various references that we can get informed in archives. I keep telling from the book by Prof. Dr. Halil Inalcik. Greeks, historians of the Byzantine, statesmen, humanists, merchants, artists, soldiers. Conqueror had been observed and written by various people for sure. I hope to express why i had been charmed by this ‘Gray Wolf’ except he was only a ‘Conqueror’ by sharing some notes from Italian and Greek references about Sultan Mehmed.

     George Sphrantzes from Greek references denoted these as a witness of the conquest:

     “He analyzes the lives of the kings like Alexander The Great, Augustus, Constantine and Theodosious; he always looks for the all kind of facilities and analyzes to be greater than them and to make a wider of his country.”

     George Sphrantzes had mentioned that perfection of the Conqueror’s science preparation, perfection of his speaking in Turkish, Persian, Arabic, Greek and Latin perfectly and understanding. Why wouldn’t we mention about his passion about understanding and expressing by himself directly meanwhile George Sphrantzes was mentioning of Conqueror had known Persian for his Divan poetry, had learned Arabic because of his religious, Greek and Latin to rule and communication of the countries he had conquered?

     George Sphrantzes had informed us about the library the Conqueror’s had been built in palace included books in Greek and Latin; legally assigned the reverends who represented the Jewish and Christian people; had asked Patric Gennadius Scholarius to write a tractate about the Christianity.

     Kritovoulos who is a close man of the Sultan Mehmed had denoted these about the assignment of the Gennadius Scholarius as a Patric:  

     “The Conqueror has invited the priest Gennadious who is deep sighted after the conquest. He had heard about him he’s deep sighted, advised, virtuous. He made searched for him for this reason, because he would like to seeing him and  listening his deep speeches directly by himself. He had found in a village where is close to Edirne. Sultan has observed he is a priest who is clear sighted, virtuous and speaking well at the same time when he has seen him. He’s impressed by him and respected him much. He honored him by saying that he’s welcome anytime. He had conversations with him and gifted him the valuable presents by the time. Finally he’s assigned him as Patrick of Christians. He authorized the Orthodox Church to administrate by giving him lots of rights and privileges. Authority of the Patrick wasn’t worse than the other emperors times. He let him to express the speeches freely about the Christianity. Also he’s given back to Greeks their churches and most of their foundations.”

     Kritovoulos had mentioned Sultan Mehmed the Conqueror was interested in philosophy and  was  a pleasure  of having conversations with wise people. He had denoted that he preferred the Stoicism and Aristotle, also interested in Neoplatonism closely. Because Neoplatonism has seen as one of a reference of the Islamic mysticism.

     An another markable reference that we can learn about Sultan Mehmed who is also interested in geography too, drawing maps and had drawn maps is the painter Gentile Bellini from Venice. Conqueror had asked that been brought talented artists and authors to Constantinople and also asked been brought a talented painter too who is going to paint his portrait, then Bellini had have come to the palace. Bellini had said “Excuse me! I need to say that this man is crazy!” when the Conqueror asked to Bellini what he looks like the dervish who is the Bellini was painting.The Conqueror “That’s true. It’s clear to see that he has lost his mind from his eyes.” had said.

     When Bellini said “You have done markable conquests that have not succeeded by Alexander the Great even! You don't accept the complements from this dervish. This is astonishing me.” for the Kalenderi dervish Otman and his disciples that have been transported to Istanbul to have been removed. The Conqueror had replied him “I’d like his complimenting me if his mind was in his head. But I never would wish a crazy man compliment me.”

     Francesco who was a sculptor that belonged to Byzantine palace had said about the Conqueror:

     “ Sultan Mehmed is hardworking. He is fire on everything. He appreciates the precious people…’

     I’ve found the togetherness of the belief and intelligence, and the genius of the simplicity in the Conqueror. This leader who had born in Aries sign was a pioneer and potent like his sign. He had converted the a state to an empire by his perspectives, determination, intellectuality; he had risen up to the cloudy sky of a state as a Sun. Turks would have said a “Gray Wolf” to a man like him.

     I’ve had come from London to Istanbul. It had been few months that i had started on this painting yet. I’ve had separated a day to visit Topkapi, I’ve had visited the place where exhibits the portraits of the sultans in the end of my trip. I’ve had stared the portrait of the Conqueror for a short time and I’ve had left the hall by deploring. I am so right for doing that. Really why I had to seen a fake portrait of the Conqueror in Constantinople Topkapi Palace? Such a shame!

     I said to my brother who asked how was my day in the evening, “I went to Topkapi. How stupid! The portrait of the Great Conqueror is not in Istanbul. I’ve looked at a fake Conqueror and came back. Isn’t there a hero who is going to bring it back  to the lands where it belongs?!”    

     I’ve had backed to London. A News 1 or 2 months later, “ The painting of the Sultan Mehmed the Conqueror by Bellini is in Istanbul now… have been purchased…” I’ve forwarded the news I’ve seen with the words that i could’ve seen…I have been surprised with the ones who know the painting that I was working on. We have said coincidence and smiled. That hero has been Ekrem Imamoglu, sincerely and with my deepest thanks.

     While imagining of the Conqueror I’ve embroidered the greatness and grace, wildness and simplicity of that he has to all details. The Sun can change sign now and the light can soar upon the another land. With it’s own lightness and darkness for sure.

     I could completed the painting that I’ve been started on December 2019,  in London, on November 2020 in Istanbul. The light is dancing with the beautiful tiles of The Tiled Pavilion now. A bright Sun is rising to the morning.

                                                       Seha
                                                  04.12.2022 21:21

bottom of page