Seha Sarı
'Makedon Güneşi'nin İskenderiye Kütüphanesi'ndeki Gece Oyunu'
100 x 150 cm, TÜYB, 2022.
Daha evvel hiç gelmediğim bir yer burası. Havasını hiç solumadım, dilini hiç duymadım. Rüzgârı hiç değmedi tenime, güneşinde hiç kavrulmadım. Sokaklarında yürümek bile nasıl bir histir, bilmiyorum. Üzümünü tatmadım, bağını görmedim, şarabını içmedim. Ya târih kitaplarında ya hikâye kitaplarında okudum... Gözümü kapatıp hayâl ettim hep. Bir firavun şehrinde yaşamak nasıldı acaba? Bir kadın olarak var olmak; becerebilir miydim acaba?
Gülünç ki ya itaat etmeyi beceremediğim için muhtemelen öldürülürdüm. Ya da belki de çok mantıklı biri olduğum için korkardı erkek egemen dünya. Bilemiyorum. Gerçi ben her millete, her medeniyete mensûb oldum hayâl dünyamda. Bir Roma’da yaşadım, bir Osmanlı’da. Mısır’a gittim, Japonya’dan kaçtım. Hayâllerde yaşamak güzel. İnsân sadece dekorasyonla ilgileniyor. İşin içine târih ve yaşanmışlıklar girdiğinde dünyanın hangi noktasında ve hangi döneminde yaşamak en güzeli olurdu karar verecek kadar bile bilemiyorum. Yan yana koyabildiğim iki seçenek gelemiyor gözümün önüne. Bir sanatçı bile olsam, görüyorsunuz ya, hayâl dünyam çok sınırlı. Neyse.
Burası İskenderiye şehri. Büyük İskender’in Mısır’ı fethettikten sonra Pharos adası üzerinde tasarlattığı İskenderiye şehri. İçinde bulunduğum yer İskender zamanında var olmayan bir yer. Hoş böyle bir kan dökücünün böyle muazzam bir yer için vaktinin olması da pek tabii beklenemezdi. Ve içinde bulunduğu yapı, İskender’in kumandanlarından Lagus’un oğlu Ptolemaios I Soter tarafından yaptırılmış İskenderiye Kütüphanesi. Böyle bir kütüphanenin kurulması fikrinin altında yatan isim ise Euclid.
İskender, babası Kral Philippos’un iktidara gelişinin beşinci yılında, Loios ayının altıncı gününde dünyaya gelmiş. Bu İ.Ö. 356 yılının Temmuz ayının yirminci gününe denk geliyor. Caesar gibi bir Yengeç Burcu mensûbu olduğunu öğrendiğimde ikisini yan yana koyuyor ve pek de şaşırmıyorum. Yaptıkları bakımından birbirlerine benziyorlar doğrusu!
Plutarkhos onüç yaşındaki İskender’in eğitimi hakkında, “Salt etik ve siyâset dersleri almakla kalmamış, aynı zamanda bilgelerin, kitaplara bağlı kalmadan, ağızdan anlattıkları ve çok kişinin bilmediği kimi bilgileri ve sırları da Aristoteles’ten öğrenmişti.” demişti. İskender’in hocası Aristoteles’ti. Babası Philippos’un hekimi olan; çocukluğu Makedon sarayında geçen; Atina’ya gidip Platon’dan felsefe dersleri alan ve Pers şehri Assos’a yerleşip orda zooloji bilimi üzerine uzmanlaşan bildiğimiz meşhur Aristoteles.
İskender’in hayâtındaki en kıymetli şeylerden biri atıymış. Bunu pek çoğumuz biliriz. İskender’in kıymetlisi ile ilk nasıl tanıştığı ile ilgili Plutarkhos’un şu anektodu, İskender hakkında birkaç fikir edinmeme yardımcı oldu:
‘Tesalyalı Philonikos, Kral Philippos’a günün birinde bir at getirdi. Boukephalos adında bu at için on üç talent talep ediyordu. Atı denemek üzere vâdiye indiler. At pek huysuz, söz dinlemeyen, yola getirmesi hiç de kolay olmayan bir hayvana benziyordu. At, Philippos’un adamlarından aldığı komutları dinliyor görünse de, yanına yaklaşan olduğunda tepinip şâha kalkıyordu. Canı sıkılan Philippos, atı dizgine vurmanın mümkün olmadığını anlayınca, adamlarına, atı istemediğini söyleyerek alıp götürmelerini buyurdu. Orda bulunan İskender, “Adamların, onu nasıl dizginleyip yola getirip dizginleyeceğini bilmeyecek kadar beceriksiz ve câhil olduklarından güzelim atı ellerinden kaçırıyorlar.” dedi.
Babası önce hiç sesini çıkarmadı, ancak İskender söylediklerinin üzerine basa basa aynı sözleri sesini yükselterek ve neredeyse kendini kaybederek tekrarladığında, Philippos öfkeli bir ses tonuyla oğlunu azarladı: “Neden büyüklerini eleştiriyorsun? Yoksa bir atla başa çıkmayı onlardan daha mı iyi bildiğini sanıyorsun sen?”
“Başka atları bilmem,” diye cevap veren İskender sözlerine şöyle devam etti, “ama bu atı, pekâlâ herkesten daha iyi yola getirebilirim.”
“Peki, bu söylediğini yapamazsan, önünü ardını bilmeden ettiğin bu lafların karşılığında sana ne ceza verelim?”
“Zeus aşkına,” diye cevap verdi İskender ve devâm etti; “ O zaman atın parasını ben öderim.”
Orda olanlar gülmeye başladı ve baba oğul para konusunda bir anlaşmaya vardılar. Bunun üzerine İskender, hemen ata doğru koştu, dizginlerinden tutarak atın başını güneşe doğru çevirdi. Çünkü atın neden ürktüğünü anlamıştı. At yerde, kendi huzursuz gölgesini gördükçe ürküyor, arsızlaşıyordu. İskender atın başını okşayarak onunla biraz yürümeye başladı. Hayvan için için kaynıyor, ateş gibi yanıyordu. Bunu fark eden prens, usulca üstündeki urbadan sıyrılıp, bir sıçrayışta atın üzerine atlayarak, sıkı sıkı oturdu. Hayvanın canını acıtmadan, dizginlerini biraz çekti ve ağzının yaralanmasına fırsat vermeden, gemini biraz gerdi. Atın artık yola geldiğini, ürkmediğini ve koşmak için sabırsızlandığını görünce, atın dizginlerini gevşeterek kendi haline bıraktı. Atı koşmaya cesaretlendirecek şeyler söyleyerek topuklarıyla hafifçe vurunca, hayvan bir koşu kopardı. Kral ve yanındakiler, önce korku içinde bir şey söylemeden bekleşiyorlardı, ama İskender dizginleri yana çevirerek bir kavis çizdi ve koşturarak geri döndü. Herkes keyiflenip heyecanla alkış tuttu. Babasının koltukları kabarmıştı, hattâ sevincinden ağladığını bile söylerler. İskender attan inince, babası ona sarılıp öptü ve “Oğlum sen kendine denk başka bir krallık ara, zîrâ Makedonya sana çok dar gelir,” dedi.
Babası çok haklıydı. Krallık İskender’e geçtiğinde, ne Makedonya ne Anadolu toprakları ona yetmemiş, koskoca Pers İmparatorluğu’nu yıkmak bile yetmemiş, Hindistan’a kadar ayak bastığı her yeri fethederek devâm etmişti. Bu fetihlerin aynı zamanda büyük katliamlar olduğunu biliyoruz. Diodoros’a göre İskender, atı Boukephalos’u çalan Hyrkania bölgesinde Mardilere kısa bir sefer düzenlemiş;
“Kusursuz bir hayvan olduğundan kral bu kaybı karşısında öfkeden deliye döndü. Yörede ne kadar ağaç varsa hepsinin kesilmesini buyurdu ve tercümanlar aracılığıyla yöre sâkinlerine, atını geri vermedikleri takdirde, şehirlerinde taş üstüne taş bırakmayacaklarını ve toplu bir kıyım başlatılacağını ilân etti. Savurduğu tehditlerin derhâl hayâta geçirilmeye başlandığını gören ve dehşete düşen yerliler, kralın atını paha biçilemez armağanlarla birlikte geri getirip bıraktılar. Ayrıca kraldan af dilemek adına elli de adam gönderdiler. İskender bunların en mühimlerini rehin olarak tuttu.”
Sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, Fâtih Sultan Mehmed’i anlattığı bir programda “Mehmed, Ağustos 1462’de küçük bir yeniçeri birliğinin başında Asya’ya geçti. Önce Menderes Ovası’na giderek Troya harabelerini, efsanevi Achilleus tepesini ve Ajax tepesini ziyâret etti. Dönemin târihçilerinin âdetine uyan Kritovoulos, Fâtih’in yaptığını iddia ettiği bir konuşmayı verir. Fâtih bu konuşmayla Troyalı kahramanları över; Yunanlıları, Makedonları, Selaniklileri ve Moralıları muhteşem Ilium’u yok ettikleri için eleştirir. Ama bu insânların torunlarını, atalarının Asya halklarına karşı işlediği suçlardan ötürü cezâlandırdığını söyler.” dediği geldi hemen aklıma.
Katliam ve kıyımla anılan Büyük İskender, yok ediciliği kadar, gücüyle ve zaferleriyle de hatırlanıyor. Ben ise onu hep tüm bunları gerçekleştirebilecek kadar donanımlı olması, vahşi olduğu kadar; felsefe, matematik, bilim, şiir gibi alanlarla olan ilişkisiyle de anıyorum. Hattâ bir baykuş sûretinde, adıyla isimlendirilen İskenderiye Kütüphanesi’nde; bir gece vakti ay ışığıyla yıkanırken hayâl ediyorum. Çünkü o raflarda duran eserlere dokunduğumu hayâl ediyorum. Kopya bile olsalar, ne kadar da eskiler ve ne kadar gerçek.
Böyle önemli bi konuyu anlatırken araya Kashmir’im giriyor. Çünkü bu satırlara kadar, yazarken ellerimin arasında kaşmir yumuşaklığını ve sıcaklığını hissettiğim, satır aralarında güzel yüzünü sanki yıllardır görmemişçesine izleyip gözlerimle usulca sevdiğim kızım buradaydı. Tam bu satırlarda burada değil. Gitti. Bu, benim geçmişe duyduğum hüzünlerin açıkça karşılığıdır. Zaman, eski acıların üstünü örttüğü gibi; beni, sevdiklerimden ayırıp, baş etmek zorunda olduğum yepyeni acıların ve özlemlerin koynuna da bırakıyor. Hele ki şu an bu yazıda dün olduğu gibi bana eşlik eden Chopin Nocturne No. 20 kaç acıyı benimle yaşadı, kaç acımın izleri sindi notalarına! Onun da kaderinde benim acılarımda yıkanmak varmış defâlarca!
Yunan Mitolojisinde Athena, bilgelik tanrıçasıdır ve yanında dâima bir baykuş yer alır. Baykuş, Athena gibi bilgelik ve zekânın simgesidir. Ama sesi ve bakışları uğursuzlukla da ilişkilendirilir. Öyle ki Caesar öldürülmeden evvel baykuş sesleri duyulduğu rivâyet edilir. Filozoflarını yanında taşıyan İskender’in, her ne kadar kan dökücülüğü en baskın özelliği olsa da; yine de onu, ardından başka topraklarda doğmuş, başka zamanlarda var olmuş liderleri fikirlerinin ve başarılarının peşine takan aklı, bilgisi ve sezgisi ile düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Böylece hem bilgeliği hem uğursuzluğu kendi varlığında vücut bulduğu gibi baykuşta da bi örnek vücut buluyor.
Kütüphanedeyim. Raflarda bazı notlar var. Burası benim iç dünyâm. Burası benim bilinç altım. Astrolojideki 12. evim. Zihnimin kapalı kapıları ardındaki her şey bu odada. Zaten her bir kimse, her birimiz kendi karanlığımızı da içimizde taşıyoruz. Ben her ne kadar bir çoğunu fark ediyor olsam da, bazılarını yerleştirebiliyorum buraya. O yüzden ay ışığı vuruyor bu raflara ve bu kütüphaneye. O yüzden Ay’ı doğurdum bu geceye.
İskender’in sevgili hocası Aristo’nun eserinden bir şey var orda:
“İki kelimeyle, kendi annemi öldürdüm;
ben isteyerek o istediği için mi, yoksa
ben isteyerek değil o da istemediği hâlde mi?”(1)
Bunun bilinç altımda bir yere sâhip olmasının, bu hassâsiyet ile her an sorguladığım, etrafımı ölçüp biçtiğim adalet arzumdan başka bir sebebi söz konusu dâhi değil. Sonra onun da hocası, benim kıymetlim Plato’yu da görüyorum hemen bir rafta ay ışığıyla yıkanırken:
“Gözlerde görme gücü olabilir, gözün sâhibi onu kullanmaya çalışabilir, hattâ renk de var olabilir ama özellikle ve doğal olarak bu amaçla uyarlanmış üçüncü bir şeyin yokluğu hâlinde hiçbir şey görülmez, renkler görünmez kalır.
-Bahsettiğin bu şey nedir?
-Senin ışık dediğin şey elbette.”(2)
Konumuz tam da ışık iken… İçime tam da bir gece doğmuşken… İskender’in çok sevdiği Homeros’un bâzı satırları da orda. Bu satırlara karar verdiğimde bu kadar içselleştirmemiştim Odysseus’un şu sözlerini;
“Akılsızca konuştun yabancı, pervasız bir adama benziyorsun.
Tanrılar vermez insâna bütün güzel, iyi şeyleri,
Boy pos ve akıl ve söz ustalığı toplanmaz bir adamda.
Tanrı kimine güzellik vermemiştir
Ama bakarsın bir konuşur, bütün gözler ona döner,
Ölçülü sözleriyle sevdirir kendini halka,
Bakarlar ona her geçtiği yerde tanrı gibi.”(3)
Ah, az kalsın unutuyordum. Hemen şimdi taptaze acımla görünür oldu şu da parşömenlerin arasından;
“Ne diye insânlar tanrılardan bilir birçok şeyi!
Sanırlar bütün belâlar bizden gelir,
Oysa kaderin dışında acı yığar başlarına
Kendi kendileri, kendi taşkınlıkları.”(4)
Şu dünyâda kendime ettiğim cefânın dile gelmesidir bu olsa olsa. Güneş ya da ay ışığı hiçbir karanlığı saklamaz. Tıpkı matematiğin şeyleri tanımladığı ve anlaşılır kıldığı gibi! Hemen Euclid sanki acımı tanımlıyor:
“Eşitleme Düşüncesi
1. Kendileri eşit olan şeyler herkes için eşittir.
2. Ve eğer eşitlerse, eşitliğin iki tarafına eklenen şeyler de eşittir.
3. Ve eğer eşitlerden eşit çıkartılırsa kalan da eşit olur.
4. Ve eşit olmayanlar eşitlenirse iki tarafın her şeyi eşit olur.
5. Ve iki katı da birbirine eşittir.
6. Ve yarısı da birbirine eşittir.
7. Ve bir taraftaki değişiklik diğer taraf için de geçerlidir.
8. Ve bütün, parçaların tamamından büyüktür.
9. Ve iki düz (paralel) çizgi bir kesişme içermez.”(5)
Tuhaf. Zihnim; hem matematiğin kesinliği ile bir bütün iken, hem şu ifâdelerin duygularıyla ve hüzünleriyle de tam bir kavuşum hâlinde.
Güneş kadar eril ve güçlü olmasa da, Ay gibi dişil ve güçlü bir ışığın gösterdiği bu satırlar için hem ay ışığına, hem kütüphaneye, hem de kendime çok minnettârım. Bilinç altım şuncacık yazıdan ibâret değil tabii.. Daha niceleri var dışarı çıkmak için doğru zamanı bekleyen… Seha
18/12/2022 15:56
(1)
μητέρα κατέκταν τήν ἐμήν, βραχύς λόγος.
ἑκών ἑκοῦσαν, ἥ <οὐχ> ἑκοῦσαν οὐχ ἑκών.
(2)
Ἐνούσης που ἐν ὄμμασιν ὄψεως καὶ ἐπιχειροῦντος τοῦ ἔχοντος χρῆσθαι αὐτῇ, παρούσης δὲ χρόας ἐν αὐτοῖς, ἐὰν μὴ παραγένηται γένος τρίτον ἰδίᾳ ἐπ᾽ αὐτὸ τοῦτο πεφυκός, οἶσθα ὅτι ἥ τε ὄψις οὐδὲν ὄψεται, τά τε χρώματα ἔσται ἀόρατα.
Τίνος δὴ λέγεις, ἔφη, τούτου;
Ὃ δὴ σὺ καλεῖς, ἦν δ᾽ ἐγώ, φῶς.
(3)
ξεῖν’, οὐ καλὸν ἔειπες: ἀτασθάλῳ ἀνδρὶ ἔοικας.
οὕτως οὐ πάντεσσι θεοὶ χαρίεντα δῐδοῦσιν
ἀνδράσιν, οὕτε φυὴν οὕτ’ ἄρ φρένας οὕτ’ ἀγορητύν.
ἄλλος μὲν γάρ τ’ εἶδος ἀκιδνότερος πέλει ἀνήρ,
ἀλλὰ θεὸς μορφὴν ἔπεσι, στέφει, οἱ δέ τ’ ἐς αὐτὸν
τερπόμενοι λεύσσουσιν: ὁ δ’ ἀσφαλέως ἀγορεύει
αἰδοῖ μειλιχίῃ, μετὰ δὲ πρέπει ἀγρομένοισιν,
ἐρχόμενον δ’ ἀνὰ ἄστυ θεὸν ὣς εἰσορόωσιν.
(4)
ὣ πόποι, οἷον δή νυ θεοὺς βροτοὶ αἰτιόωνται:
ἐξ ἡμέων γάρ φασι κάκ ἔμμεναι, οἱ δὲ καὶ αὐτοὶ
σφῇσιν ἀτασθαλίῃσιν ὑπἑρ μόρον ἂλγε' ἒχουσιν,
(5)
Κοιναί Ἒνοιαι θ΄
α΄ Τὰ τῷ αὐτῷ ἴσα καὶ ἀλλήλοις ἐστὶν ἴσα.
β΄ Καὶ ἐὰν ἴσοις ἴσα προστεθῇ, τὰ ὅλα ἐστὶν ἴσα.
γ΄ Καὶ ἐὰν ἀπὸ ἴσων ἴσα ἀφαιρεθῇ, τὰ καταλειπόμενά ἐστιν ἴσα.
δ΄ Καὶ ἐὰν ἀνίσοις ἴσα προστεθῇ, τὰ ὅλα ἐστὶν ἄνισα.
ε΄ Καὶ τὰ τοῦ αὐτοῦ διπλάσια ἴσα ἀλλήλοις ἐστίν.
ς΄ Καὶ τὰ τοῦ αὐτοῦ ἡμίση ἴσα ἀλλήλοις ἐστίν.
ζ΄ Καὶ τὰ ἐφαρμόζοντα ἐπ᾿ ἄλληλα ἴσα ἀλλήλοις ἐστίν.
η΄ Καὶ τὸ ὅλον τοῦ μέρους μεῖζον [ἐστιν].
θ΄ Καὶ δύο εὐθεῖαι χωρίον οὐ περιέχουσιν.
‘The Night Play Of The Macedonian Sun In Library Of Alexandria’
100 x 150 cm, oil painting on canvas, 2022.
This is a place where I haven’t been before any. I haven't breath in the air of it any, I haven’t heard the language of it any. The wind of it hasn’t touched my skin any, I’ve never broiled in the sun of here. I don’t know how it feels walking in the streets of here. I haven’t tasted the grapes, I haven’t seen the vineyard, I haven’t drunk the wine of here. I’ve read in history books or novels… I’ve closed my eyes and I’ve always imagined. How was the living in a pharaoh city? To be existing as a woman; could I have done that?
It’s hilarious that or I would've gotten murdered because I can’t obey either the world that ruled by men would’ve afraid of me because I am logical. I can’t know. Actually I’ve been belonged to all nations, all civilizations in my imagination. I’ve lived in Roman Empire, in Ottoman Empire. I’ve gone to Egypt, I’ve run away from Japan. It’s nice to live in imaginations. Human being is just working on decorations. I can’t know to decide where and when would have been better to live in the world when the history and experiences count. There aren’t two options even to put side by side. You see! My imagination is so limited even if I am an artist. Anyway.
This is the City of Alexandria. City of Alexandria where Alexander the Great had been built after conquest of Egypt on Pharos Island. It doesn’t exist the place where I am in Alexander years. It would have not expected a bloodthirsty would have time for this kind of a great place for sure. And the building is the Library of Alexandria where I am in, had been built by Ptolemy I Soter who was the son of Lagus who was commander of Alexander. The idea of had been built this library was by Euclid.
Alexander had born in the fifth year of his father King Philip had been ascended to throne, sixth day of Loios month. That comes up to BC 356 20th of July. I am not surprised when I learn he is also a member of Cancer sign like Caesar and when I replace him next to the Caesar. They are so alike on the things what they have done!
Plutarch had said about the education of 13 years old Alexander; “He had not taken just the ethic and politic classes, he had learned from Aristotle some knowledge and secrets told by sophisticated people independent books also.” The teacher of the Alexander was Aristotle. Aristotle, the one that his father was the physician of Philip; the one who had his childhood in Macedonian palace; the one who had taken lessons by Plato in Athens and the one who had settled and specialized at zoology in Assos where the city of Persian; famous Aristotle who we know.
One of the most precious thing in Alexander’s life had been his horse. Most of us know that. This anecdote of Plutarch about how he had met with Alexander's precious made me have more ideas about the Alexander:
“Philonicus the Thessalian brought the horse Bucephalus to Philip, offering to sell him for thirteen talents. But when they went into the field to try him, they found him so very vicious and unmanageable, that he reared up when they endeavored to mount him, and would not so much as endure the voice of any of Philip's attendants.
Upon which, as they were leading him away as wholly useless and intractable, Alexander, who stood by, said, "What an excellent horse do they lose for want of address and boldness to manage him!"
Philip at first took no notice of what he said; but when he heard him repeat the same thing several times, and saw he was much vexed to see the horse sent away, "Do you reproach," said he to him, "those who are older than yourself, as if you knew more, and were better able to manage him than they?"
"I could manage this horse," replied he, "better than others do."
"And if you do not," said Philip, "what will you forfeit for your rashness?"
"I will pay," answered Alexander, "the whole price of the horse."
At this the whole company fell a-laughing; and as soon as the wager was settled amongst them, he immediately ran to the horse, and taking hold of the bridle, turned him directly towards the sun, having, it seems, observed that he was disturbed at and afraid of the motion of his own shadow; then letting him go forward a little, still keeping the reins in his hands, and stroking him gently when he found him begin to grow eager and fiery, he let fall his upper garment softly, and with one nimble leap securely mounted him, and when he was seated, by little and little drew in the bridle, and curbed him without either striking or spurring him.
Presently, when he found him free from all rebelliousness, and only impatient for the course, he let him go at full speed, inciting him now with a commanding voice, and urging him also with his heel. Philip and his friends looked on at first in silence and anxiety for the result, till seeing him turn at the end of his career, and come back rejoicing and triumphing for what he had performed, they all burst out into acclamations of applause; and his father shedding tears, it is said, for joy, kissed him as he came down from his horse, and in his transport said, "Oh my son, look thee out a kingdom equal to and worthy of thyself, for Macedonia is too little for thee."
His father was so right. When the Alexander had ascended to throne, nor Macedonia neither Anatolian lands had not been enough to him, even overthrowing the great Persian Empire had not been enough, he had kept conquering everywhere he had stepped in until India. We know these conquests were also huge massacres. According to Diodorus, Alexander had set up a short campaign to Amardians in the Hyrcania territory who stole his horse Bucephalus;
“The king was so annoyed for his loss because it was a perfect horse. He commanded cutting the all trees and he had announced that he’s going to start a massacre by his interpreters until they give his horse back. Once the natives have seen and horrified of they’ve already started doing these, they have brought the horse of the king back with the priceless gifts. They’ve also sent fifty men to apologize. Alexander has kept the most important ones of these men as hostages.”
I’ve reminded suddenly that said by Prof. Dr. Ilber Ortayli: “Mehmed went through to Asia with a small Janissary unite in August 1462. He visited first Trojan Ruins in Meander Plain, epic Ahilleus Ruins and Aias Ruins. According to Kritovoulos who followed the terms of epochal, Kritovoulos claims this speech said by the Conqueror. Conqueror praises the heroes of Troja; he critics of the Greeks, Macedonians, people of Thessaloniki and Peloponnese because they destroyed the great Ilium. But he says that he punished the offshoots of these people because of the crimes against to Asian people.”
Alexander The Great is got remembered with his power and victories as also mentioned with massacre and slaughtering. I always remember him that he’s equipped to make all these come true; as much as he is wild as; I remember him that he’s also related with philosophy, math, science, poetry etc. as well. In an owl semblance, in the Library of Alexandria named with his name; I imagine him at a night time while having moonlight bath. Because I imagine that I touch the pieces on those bookshelves. Even if they are copies, how they old and how they real!
I’ve been interrupted by Kashmir while talking about these important things. Because my beautiful girl was here until this line, I was feeling her softness and warmth in my hands while writing; I was looking at her beautiful face and loving her with my eyes like I haven’t seen her for years. She is not here in these lines. She’s gone. This is the clear equivalent of my blues for past. As the time covers up old suffers; it makes me live new sufferings and longings by making me leave from the loved ones to make me have to handle it. Especially the Chopin Nocturne No.20 is accompanying me at the moment as yesterday while was keeping writing. How many sufferings it’s lived with me, how many sufferings embroidered the notes of this song! There was also have had been having bath with my sufferings many times in it’s destiny.
Athens is a goddess of wisdom in Greek mythology and there’s always an owl with her. The owl is the symbol of the wisdom and intelligence like Athen. But the voice and the looks of the owl also associate with the bad luck. So that it rumors that the owl voices had heard before the murder of Caesar. However even if The Alexander’s most dominant specific feature was that he was the bloodthirsty who carries his philosophers next to him; I can’t also stop myself thinking of him with his mind, knowledge and intuition make the other leaders following his victories and ideas whose had born in other lands, had been existed in other times. So as his ill omen and wisdom come out in his body as in the owl as well.
I am in library. There are some notes on shelves. This is my inner world. This is my subconscious. My 12th house in astrology. Everything behind the closed doors of my consciousness is in this room. Already each one, each of us carry the own darkness our insides. Although if I realize the most of them, I can place just some of them here. That’s why the moonlight strikes to these shelves and into this library. That’s why I’ve given the birth this moon tonight.
There’s something from Aristotle’s book who is dear teacher of the Alexander's there:
‘I killed my mother- that’s the tale in brief!’
Were you both willing, or unwilling both?’(1)
There’s no another reason of this being here, having a place in my subconscious except my justice desire that makes my measuring out around. Then the teacher of him too, I see my precious Plato right there on the shelf that having bath in moonlight:
“Sight being, as I conceive, in the eyes, and he who has eyes wanting to see; color being also present in them, still unless there be a third nature specially adapted to the purpose, the owner of the eyes will see nothing and the colours will be invisible.
-Of what nature are you speaking?
-Of that which you term light.”(2)
When the our case was just light… When just a night has born into myself… There are some lines by the Homer too there who’s Alexander likes so much. I haven’t internalized these words of Odyssey as much when I’ve decided to have these lines in the library as now;
"You spoke unwisely, stranger. You seem a reckless man.
It's so, the gods do not give all men gracious things,
neither physique nor mind nor eloquence.
For though a man may be inferior in appearance,
but a god crowns his form with words, then those
who see him enjoy it, as he speaks without faltering,
with winning modesty, and stands out among those gathered,
and, when he goes through town, they view him as a god…”(3)
Ahh… I was almost forgetting! It has been visible with my fresh sufferings this too just right now from among those parchments;
"Humph! How mortals now blame gods,
for they say that evils are from us. Yet they themselves
have woes beyond their lot by their own recklessness…”(4)
This must’ve been come out as a voice of my sufferings. Sun light either moonlight don’t hide any darkness. It’s just like how math defines the things and makes understandable! As if Euclid defines my pain immediately;
Euclidean Axioms
1. Things which coincide with one another are equal to one another.
2. If equals are added to equals, the wholes are equal.
3. If equals are subtracted from equals, the remainders are equal.
4. And if the unequals balanced, everything on both sides is equal.
5. Things which are double of the same things are equal to one another.
6. Things which are halves of the same things are equal to one another
7. And a change in a side is valid for the other side as well.
8. The whole is greater than the part.
9. Two parallel lines never cross each other.(5)
Weird. My mind; is a whole with the certainty of the math and in an exact assembled with the feelings and blues of these expressions.
Even if it’s not as masculine and strong, I am so grateful to both moonlight, library and myself because of these lines that a light which’s feminine and strong as moon showed of. My subconscious doesn’t consist of these much things for sure. There are many more of things that wait for the right time to get out…. Seha 18/12/2022 15:56
(1)
μητέρα κατέκταν τήν ἐμήν, βραχύς λόγος.
ἑκών ἑκοῦσαν, ἥ <οὐχ> ἑκοῦσαν οὐχ ἑκών.
(2)
Ἐνούσης που ἐν ὄμμασιν ὄψεως καὶ ἐπιχειροῦντος τοῦ ἔχοντος χρῆσθαι αὐτῇ, παρούσης δὲ χρόας ἐν αὐτοῖς, ἐὰν μὴ παραγένηται γένος τρίτον ἰδίᾳ ἐπ᾽ αὐτὸ τοῦτο πεφυκός, οἶσθα ὅτι ἥ τε ὄψις οὐδὲν ὄψεται, τά τε χρώματα ἔσται ἀόρατα.
Τίνος δὴ λέγεις, ἔφη, τούτου;
Ὃ δὴ σὺ καλεῖς, ἦν δ᾽ ἐγώ, φῶς.
(3)
ξεῖν’, οὐ καλὸν ἔειπες: ἀτασθάλῳ ἀνδρὶ ἔοικας.
οὕτως οὐ πάντεσσι θεοὶ χαρίεντα δῐδοῦσιν
ἀνδράσιν, οὕτε φυὴν οὕτ’ ἄρ φρένας οὕτ’ ἀγορητύν.
ἄλλος μὲν γάρ τ’ εἶδος ἀκιδνότερος πέλει ἀνήρ,
ἀλλὰ θεὸς μορφὴν ἔπεσι, στέφει, οἱ δέ τ’ ἐς αὐτὸν
τερπόμενοι λεύσσουσιν: ὁ δ’ ἀσφαλέως ἀγορεύει
αἰδοῖ μειλιχίῃ, μετὰ δὲ πρέπει ἀγρομένοισιν,
ἐρχόμενον δ’ ἀνὰ ἄστυ θεὸν ὣς εἰσορόωσιν.
(4)
ὣ πόποι, οἷον δή νυ θεοὺς βροτοὶ αἰτιόωνται:
ἐξ ἡμέων γάρ φασι κάκ ἔμμεναι, οἱ δὲ καὶ αὐτοὶ
σφῇσιν ἀτασθαλίῃσιν ὑπἑρ μόρον ἂλγε' ἒχουσιν,
(5)
Κοιναί Ἒνοιαι θ΄
α΄ Τὰ τῷ αὐτῷ ἴσα καὶ ἀλλήλοις ἐστὶν ἴσα.
β΄ Καὶ ἐὰν ἴσοις ἴσα προστεθῇ, τὰ ὅλα ἐστὶν ἴσα.
γ΄ Καὶ ἐὰν ἀπὸ ἴσων ἴσα ἀφαιρεθῇ, τὰ καταλειπόμενά ἐστιν ἴσα.
δ΄ Καὶ ἐὰν ἀνίσοις ἴσα προστεθῇ, τὰ ὅλα ἐστὶν ἄνισα.
ε΄ Καὶ τὰ τοῦ αὐτοῦ διπλάσια ἴσα ἀλλήλοις ἐστίν.
ς΄ Καὶ τὰ τοῦ αὐτοῦ ἡμίση ἴσα ἀλλήλοις ἐστίν.
ζ΄ Καὶ τὰ ἐφαρμόζοντα ἐπ᾿ ἄλληλα ἴσα ἀλλήλοις ἐστίν.
η΄ Καὶ τὸ ὅλον τοῦ μέρους μεῖζον [ἐστιν].
θ΄ Καὶ δύο εὐθεῖαι χωρίον οὐ περιέχουσιν.